Türkiye'de 30 yıl önce başlayan liberalleşme ve dışa açılma politikaları ile birlikte, ülkemiz artık dünya ekonomisine ve küresel finans sistemine tamamen entegre olmuş durumdadır. Bu da Türkiye ekonomisinin ve piyasaların dünyada meydana gelen olumlu veya olumsuz gelişmelerden az veya çok etkilenmesine neden oluyor.

Geçtiğimiz ay Amerikan Merkez Bankası başkanın, piyasaya para salma olarak özetleyebileceğimiz politikalardan vazgeçebileceğini açıklaması ile başlayan süreçte, tüm gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye'de de bir dalgalanma yaşandı ve kur yükselmeye başladı.

Bu gelişmelerin üzerine gelinen son noktada bizim Merkez Bankamız da faiz oranlarında yukarı yönlü bir değişikliğe gitti. Beklentiler faizlerde bir miktar daha yükselme olabileceği yönünde.

Peki bundan sonra ne olacak?

Geçtiğimiz günlerde Ekonomi Bakanı Sayın Ali BABACAN'ın da ifade ettiği gibi dünya ekonomilerinde beklentiler ve tahminler aşağı yönlü revize ediliyor. Dünya ekonomik büyüme rakamı aşağı yönlü revize edildi. Aynı şekilde Avrupa'nın büyüme oranına ilişkin beklentiler de aşağı yönlü güncellendi. Diğer bir büyük ekonomi olan Çin'de de benzer gelişmeler var.

Bütün ülkelerde böyle bir trend söz konusu iken, dünyaya entegre olan Türkiye ekonomisinin 2013 yılına ilişkin beklenti ve hedeflerinde de bir güncellemeye gidilebileceğini şimdiden öngörmek mümkün. Örneğin % 5 olan yıl sonu enflasyon hedefinin gerçekleşmesi şu an itibariyle pek mümkün gözükmüyor. Muhtemelen yıl sonu enflasyon oranı bir miktar daha yüksek olacak.

Merkez Bankası Politikalarının İhracata Etkisi

Güncel faiz düzenlemesi Merkez Bankamız, kurlardaki dalgalanmayı bir miktar stabil hale getirmeyi hedefledi. Bütün ülke ekonomileri faiz artışına gitmişken bu politikaya başvurulması elbette ki çok doğal.

Önemli bir nokta da şu; Dünya'nın diğer ülkelerindeki trende paralel olarak ülkemizde de faiz artırımı yapılırken bunun birden yapılmaması. Yani, Merkez Bankası faiz artırımına gitmekte direnç gösterip, daha ileriki tarihlerde birden ve daha yüksek oranla faiz artırımına başvurmak zorunda kalsa idi piyasaların dengesi şüphesiz daha çok bozulabilirdi.

Faiz artırımının Türkiye için önemli olduğu başka başlıklar da var. Finanse edilmesi gereken cari açık bunlardan belki de en önemlisi. Diğer taraftan ülkemizin tasarruf oranının yeterli düzeyde olmadığı da malum. Bu artımın tüketici kredisi kullanımını da bir miktar frenleyeceğini öngörebiliriz.

TL, şu ana kadar, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika gibi bir çok ülkeden daha az değer kaybetti. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde piyasalarda TL'nin değer kaybetmesine zemin hazırlayacak gelişmeler olursa, faiz artırımına devam etmek gerekebilir.

Ekonomist Roubini'nin geçen haftaki açıklamalarını dikkate almak da yarar var. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin, bir yavaşlama süecine gireceğinin altını çizdi Roubini. Türiye, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkelerin cari açıkla mücadele adına borçlanmaya başvuracaklarını ifade etti.

Ne var ki öncelikli hedefi fiyat istikrarı olan Merkez Bankasının birinci amacı enflasyonu yakından takip etmek ve kontrol altında tutmak. Öte yandan, ülke ekonomisini bütün olarak değerlendirdiğimizde, işsizlik, büyüme, dış ticaret gibi başlıkları bir bütün olarak görmek gerekiyor.

İhracatçılar bugün itibariyle 2,15-2,20 aralığında bir sepet kur düzeyinin normal seviye olduğunu ifade ediyor. TL'nin aşırı değerlenmesinin ihracatı ve cari açığı olumsuz etkilediğini hepimiz biliyoruz. Merkez Bankası politikalarını belirlerken ihracatı da mutlaka göz önünde bulundurmalı. Açıkçası, sağlıklı bir enflasyon oranından vazgeçilemeyeceği gibi, büyüme ve ihracat artışı da büsbütün gözden çıkarılmamalı.

 

Saygılarımla,

Süleyman KOCASERT

DENİB Başkanı

s.kocasert@denib.gov.tr